HSM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


HSM FAN
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bir Müze Hikayesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
psyKhe*
HSM Admin
HSM Admin
psyKhe*


Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 05/07/09
Yaş : 29
Nerden : Cehennemin Dibi

Bir Müze Hikayesi Empty
MesajKonu: Bir Müze Hikayesi   Bir Müze Hikayesi EmptyPerş. Tem. 09, 2009 6:22 pm

İşten yeni dönmüştü. Çantasını ve elindeki naylon torbayı ayakkabılığın üzerine bırakıp salona geçti. Paltosunu çıkarmadan hemen oracıktaki markizin üzerine çöktü. Biraz terlemişti. İçinden yüzüne doğru sıcak bir buğu yükseldi. Yorgundu. Derin bir nefes aldı. Daha çok iç geçirme gibi bir şeydi bu. Sinirli bir şekilde, ani bir hareketle bacak bacak üstüne atıp, arkasına yaslandı. Kocası evden ayrılalı iki gün oluyordu. Haber vermeden, çantasını aldığı gibi çekip gitmişti. Bacağını ileri geri sallarken, bir taraftan da salonun orasına burasına, kıyıda köşedeki yerlerine göz gezdiriyordu. Bu arada baş parmağını telefon sehpasının üzerine yanlamasına sürüp toz denetimi yapmayı da ihmal etmedi.

"Üfff!..Ne yapsam? Hiçbir şey, hiçbir zaman tam olamıyor bu evde. Mutlaka bir eksiklik oluyor. Pervaz diplerinin tozunun alınması gerekiyor. Şu kalın perdelere bak. Allahım!..Vampir şatosundaki perdelere benziyorlar. Daha yeni yıkamıştım bunları ben. Hepsi toz ve is içinde...Bu adam da nerede acaba? Niye gitti gene? Bir telefon bile etmedi. Bıktım usandım artık!"

Akşamın uzayan gölgeleri salonu iyice loşlaştırırken, güneşin son ışıkları pencere köşelerinde ölgünleşiyordu. Evde bilinçli bir yaşanmamışlık vardı. Hiçbir şeyin değişmemesi ; yapay bir biçimde, zamana direnmesi, yerinde ve konulduğu gibi kalması için, yaşanmamışlık gerekliydi. Babasının, eşyaların da yaşadığından söz edişini anımsadı bir an. Annesi öldükten sonra, evlerindeki eski eşyaların kederlendiğini, hatta renklerinin büsbütün solduklarını söylemişti babası. "Koltuklar, kanepeler, sehpalar, biblolar can yoldaşıymışçasına bizimle birlikte yaşıyor ve ölüyorlar" demişti. Begonyalar, Cezayir Menekşeleri, Sardunyalar da öyle değil miydi? Ama o, hep uzağında durdu bunların.Yıllara direnmesini, yeni, yepyeni kalmasını istiyordu eşyalarının. Onları örtülerle, kılıflarla güneşten koruyor, sık sık tozlarını alarak, deterjanlı sularla siliyor, sildiriyordu. Misafir bile kabul etmiyordu!..

Kocası gittikten sonra evin böylesine boş ve düzgün kalışına memnun olmuştu. İşte her şey sabah bıraktığı gibi düzgün ve tertemizdi. "Fikret olsaydı bu ev böyle kalamazdı" diye geçirdi içinden. Ama, yine de doyurulmak isteyen bir eksiklik, bir boşluk duygusunun baskısı vardı.

Fikret onu kapı önünde gülerek karşılar, gününün nasıl geçtiğini sorardı. İki gündür böyle olmuyordu. Bir an bu anlamlılığı arar gibi oldu. Biraz buruklaşmıştı ki, hemen kendini topladı.

Fikret'in bütün gün evin her tarafına girip çıktığını, sabahleyin işe giderken düzelttiği, yerli yerine koyduğu eşyaların yerlerini değiştirdiğini, mutfağı kirlettiğini, yıkanacak kap kacağı öylece, bir çöplük yığını gibi evyenin yanında biriktirdiğini düşündü. O halde, zorunlu bir kötülüktü Fikret.Yaşıyor, kullanıyor ve kirletiyordu. Evde zamanın donmasına fırsat vermiyordu.

Eşyaları eskitiyordu."Neden çıldırmadığıma hâlâ şaşıyorum? Gittiği iyi oldu" diye bir kez daha geçirdi içinden. Paltosunu çıkarttı.Girişteki büyük boy aynasının önünde durdu. Uzun uzun yüzünü ve bedenini inceledi. Karnının, kalçalarının büyüyüp büyümediğine baktı. Duru, mermer soğukluğunda, biraz itici, kibirli denilebilecek bir güzelliği vardı. Bu üşüten güzelliğin ardında duyguya, sevgiye hemen hiç yer yoktu. Aşkı platonik anlamda kabul ediyordu. Eylemsel aşk, yani sevişme, kirlenme ile eşdeğerdi onun için. Yıllarca adet yerini bulsun diye, evlilik gereği sevişmişti kocasıyla. Bir kez olsun duygularıyla katılmamıştı bu aşk uygulamasına. Öyle ya, evlilik uygun bir zaman aralığında sevişmek ; bu görevi de yerine getirerek aradan çıkartmak değil miydi? Fikret arada bir dozunu kaçırarak ona yaklaştığında, binbir bahane bularak kocasını sevişmekten vazgeçirir ; o da karısını kırmak istemediğinden dediklerini yapar, sudan bahanelerine inanmış gözükürdü. Uygar ve nazik adamdı doğrusu. Bazen rastlantıyla bir kez sevişirseler, bir daha altı ay sevişmezlerdi. Çünkü, her zaman geçerli ve hazır bahaneleri vardı.

Kocası değerli, pahalı bir elektronik araçmış gibi ona dokunamıyor, çaresiz perhiz yapıyordu. Fikret'in emekliye ayrılması, Nilay'ın hiç hoşuna gitmemişti. Kocasını artık, işsiz güçsüz zavallı bir emekli olarak görüyordu. Bu nedenle, evlilik ilişkileri bir tür ortaklığa dönüşmüştü. İki kişi aynı evde kalıyorlardı o kadar. Nilay'a göre, bir erkek, iyi bir işe, toplumda saygınlığa sahip olmalıydı. Otuz dokuz yaşında kimsenin değer vermediği bir emeklinin karısı olamazdı. Fikret, bir erkek, bir güç ve erk unsuru olarak saygınlığını yitirmişti gözünde. Sıradanlaşmıştı. Bir zamanlar, karizmatik özellikleri, iyi giyimi, dil bilgisi, ekinsel birikimi nedeniyle eksiksiz olarak nitelendirdiği bu adama aşık olup evlenmişti. Ama Fikret emekli olarak oyun bozanlık yapmıştı ; artık istediği, beğendiği, statü simgesi o adam değildi. Basit bir insandı. Bir emekliydi artık...Yaşamlarında büyük bir değişiklik olmuştu.

Nilay, salona uygun olmadığı için yan odaya koyduğu, yıllar önce ölmüş annesinin ve babasının yemek yediği çatal, kaşık ve bıçakların bulunduğu vitrini inceliyordu. Her zaman yaptığı gibi ceviz kaplamaya elini sürüp tozlu olup olmadığına baktı. Art Nouveau çizgilere sahip vitrinin üzerinde kümeleştirdiği küçük gümüş süs eşyalarına, kurumuş çiçeklerin bulunduğu kristal vazoya ve küçük gümüş çerçeveler içindeki siyah-beyaz fotoğraflara göz gezdirdi. Hepsi yerli yerinde ve bıraktığı gibi duruyorlardı. Kalın perdelerin kıvrımlarına dokundu, düzeltir gibi yaptı. Salondaki her şey iyi görünüyordu. Rahatlamıştı. Kocası olmadığı için, evin genel görünümü bakımından içinde huzursuzluk yaratacak bir düzensizlik ortaya çıkamıyordu."Ölü, kurumuş bir çalı gibi kaçtı, uzaklaştı benden. Böylesi daha iyi belki. İkimiz için de..." diyordu. Kocasının gidişine aldırmaz görünüyor, kendiliğinden dönüp gelir diye düşünüyordu. "Döneceğini biliyorum. Gelip ayaklarıma kapanacak. Zayıf olmamalıyım..." Bağımsızlığına, özgürlüğüne düşkün, karınca kararınca aydın bir kişi olan Fikret ; yaşantısı bir karabasana dönüştüğünden çareyi evi sessiz sedasız terk etmekte bulmuştu. Ortaklığı bozmuştu.

Evin bu yaşanmıyormuş görünümünden öylesine haz duyuyordu ki Fikret'i unutmuştu bile. Oysa Fikret, bir zamanlar yalnız gittiği iş seyahatlerinde, ne olursa olsun, her akşam karısını telefonla arar hatırını sorardı. Nilay, bu aramalardaki duygusallığı ve sevgiyi anlayamayacak kadar duygusuz ve mekanik düşünüyordu. Fikret'in yerli yersiz övgüleri, armağanlar alması rahatsız ediyordu onu. Böyle anlarda daha fazla içine kapanıyor, zırhını kalınlaştırıyor, sinirleniyor, sinirleniyordu. Yaşam, Nilay için bitmez tükenmez görevlerden oluşmuş bir süreçti. İşten döndükten sonra yatana kadar ikinci görevini yerine getiriyor ; evi düzeltip, sabah bıraktığı düzene döndürüyordu. Bunları yapmazsa rahatsız ve gerilimli oluyordu. İşlerini bitirdikten sonra televizyonun karşısına geçiyor, tüm enerjisini tükettiğinden, bir iki basit konulu popüler diziyi seyredeyim derken ekranın karşısında uyukluyor, bir süre sonra da dayanamayıp gece saat on, on buçuk sularında gidip yatıyordu. Boğuntular içinde yaşlanmış bir ruh yapısı vardı.

Sabah uyandığında her tarafı uyuşmuştu. Yatak bozulmasın diye kalıp gibi kıpırdamaksızın uyuyordu. Boğazında bir şey düğümlenmiş gibiydi. Bir bulut ibrişim inceliğiyle boğazını sıkıyordu. Yüzü kızarmış, terlemişti... Terliklerine baktı. Gece yatarken bıraktığı gibi yanyana duruyorlardı. Yorganın bozulmaması için ayaklarını düzgünce bedenine doğru çekti ve kalktı. Biraz gerindi ve hemen yatağını düzeltmeye koyuldu. Tuvalet masasının aynasında kendini inceledi. Kalın perdeleri açtı. Camlarda sabırsızlıkla bekleyen günün ilk ışıkları, beyaz sessiz bir patlama gibi birden odaya doluştular. Hava pusarıktı. Karşıdaki apartmanın ıvır zıvır doldurulmuş yan balkonlarına baktı. İçinden kızdı. Kendi balkonu tertemizdi. Gurur duydu bundan. Karşıdaki balkonlarda bir itilmişlik, yüzüstü bırakılmışlık hali vardı. "Mezbelelik, şu balkonlara bak! Pis insanlar bunlar" diye söylenirken bir taraftan da saçlarını geriye topladı. Banyoya yönelmişti ki evde bir gariplik hissetti. Yalnız olmadığını düşündü. Durakladı. Evi dinledi.Banyodan çıktıktan sonra gazeteyi, ekmeği ve sütü almak için girişe geldiğinde bir çift siyah makosen gördü. İrkildi. "Bunlar daha önce burda mıydı?" diye sordu kendine. Evet.

Yalnız değildi...

Şaşırmıştı. Kısık ve tedirgin bir sesle "Fikret!.." diyebildi. Askıda da siyah bir mont asılıydı. Kocası ne zaman gelmişti? Kapının açıldığını duymamıştı.Salona doğru yürüdü. Yarı aralık kapıdan içeriye baktı. Fikret'i göremedi. Televizyon seyrederken dizlerine örttüğü kırmızı battaniye akşam katlayıp bıraktığı şekilde kanapenin üzerinde duruyordu...

Tekrar etrafı dinledi. İkinci tuvalette ışık yoktu. Orada olamazdı. Geriye döndü. Kapıyı açarak apartman görevlisinin bıraktıklarını aldı ; getirip mutfağa bıraktı. Ellerini tezgâha dayadı tekrar etrafı dinledi. "Fikret gelmişti, evin içindeydi ama neredeydi?" Anlamsızlıkla karışık sorgulayan bir korku kapladı içini. Salona girmek istemedi. Merakını da gideremiyordu. "Fikret! Neredesin, ne zaman geldin?" diye yüksekçe ama yumuşak sayılabilecek titrek tondaki bir sesle kocasına seslendi.Yine yanıt alamamıştı. Binbir tür düşünce gelip geçiyordu aklından. Kocasının öldüğü ya da kalp krizi geçirerek bir köşede yığıldığı endişesine kapıldı bir an. İçindeki korku yüreğini yoruyor, acıtıyordu. Üşürleniyordu da. Elleriyle kollarının üst kısımlarını sıvazladı. İlk kez böyle bir şey başına geliyordu. Fikret eşek şakası yapmazdı. Evde olağandışı bir şeyler gelişiyordu. Salonun kapısını eliyle yavaş yavaş iterek ardına kadar açtı. Şimdi her tarafı daha iyi görebiliyordu. Perdeler, koltuklar, gümüşleri, vitrin... hepsinde bir beklenti içindeydi sanki.

Kafasını kapıdan uzattı. "Fikret!.." diye ıslığımsı bir ses döküldü dudaklarından. Yanıt gelmedi. Yavaşça içeriye süzüldü. Biraz ilerledi. Kimse yoktu. Tekrar "Fikret!.. sen mi geldin" diye seslendi. Bir kez daha yanıt alamamıştı... Kalın perdelerden birisinin kıvrımları bozulmuştu. Düzeltmek üzere oraya yöneldi. Perdeye elini uzatmıştı ki birden bir el gırtlağından ve bileğinden yakalayarak havaya kaldırdı onu. Gözleri büyüdü, sesini çıkaramadı. Fikret, perdelerin sarı ibrişimden yapılmış kordonlarını çekti ve boğazına doladı. Sıkıyordu. Gözleri dışarıya uğramıştı. Hiçbir şey söyleyemedi. Hava alamıyordu. Bir şeyler söylemek istedi. Gözlerinde şaşkınlıkla karışık yalvaran bir ifade donmuştu. Çaresizdi. Boyun eğdi ve ölümü kabullendi ; bir kaç kez çırpındı, kurtulmaya çabaladı ve sonunda cansız bedeni kasıldı kaldı.

Nilay'ı boğarken yakası paçası bir tarafa dağılan Fikret, bitkin ve nefes nefese "mumyayı hazırlayabilirim artık" diye söylendi. Sakinleşmek için dolaptaki viski şişelerinden birisini alıp kafasına dikti. İçerken bir yandan da göz ucuyla cesede bakıyor kıs kıs gülüyordu. Viski şişesini sehpanın üstüne koydu. Çömelerek cesedi kollarına aldı ve büyük taban halısının ortasına taşıdı. Kordonları sıkarken Nilay'ın boğazında morluklar ve kan çizikleri oluşmuştu. Yatak odasından karısının makyaj malzemelerini getirdi. Cesetteki kan çizgilerini pamuklarla sildi. Morlukların üzerine bolca fon dö ten sürdü. Çekmecelerden dikiş iğnesi buldu, iplik geçirdi ve cesedin göz kapaklarını özenle kaşlarının altına dikti. Nilay'ın gözleri artık, hep yaptığı gibi, evi denetleyebilmesi için sürekli açık kalacaktı. Gardrobundan getirdiği ve bir türlü giymeye kıyamadığı, istiflemek için satın aldığı pahalı tuvaletlerinden birini giydirdi ve mink kürkünü çıplak omuzlarına koydu. Saçlarını biçimlendirerek üzerine simler serpti. Sprey sıkmayı da ihmal etmedi. İşte Nilay, doğal bir görünümlü bir ceset, bir mumyaya dönüşmüştü. Hep bunu yapmak istemişti.

Onu salonun en güzel köşesindeki berjer koltuğa oturttu ve devrilmemesi için görünmeyecek şekilde perdenin kordonları ile koltuğa bağladı. Kıs kıs gülmeye devam ediyordu. Elbisesinin kıvrımlarını düzeltti. Cesedin yüzüne ifade vermek, soğukluğunu gidermek için dudaklarını eliyle iki yana doğru çekti. Gülümsemesini sağladı. Bir iki adım geriye çekildi, başını iki yana eğerek defalarca baktı. Salonun kapısına giderek bir kez daha baktı. Dekor tamam mıydı? Evet!..

Nilay'ın göz kapaklarının dikili olduğu yerlerden sızan kan pıhtılaşmış ve yarı açık, baygınca bakan gözlerinin pınarlarında, uçlarında ilginç, etkileyici, adeta gizemli bir far görüntüsü yaratmıştı. Gülümseyen cesedin üzerindeki koyu bordo yaprak desenli siyah gece elbisesi ile kırmızı renklerin hakim olduğu koltuklar, gülkurusu duvar kağıtları çok güzel uyuşmuştu. "Dekor tamam" tümcesi döküldü dudaklarından.

Fikret, daha önce alıştırıldığı gibi etrafı topladı. Toz aldı. Her yeri eksiksiz bir biçimde eski haline getirdi. Viski şişesini yanına alarak evin diğer odalarını bir daha gezdi. Her şey yerli yerindeydi. Banyoya baktı. Nilay'ın havlusunu getirip yerine astı. Salona giderek, sabahlığını ve cesedin üzerinden çıkardığı giysileri yatak odasına getirdi ; katlayarak düzenli biçimde dolaba koydu. Evi, Nilay'ın rahat edeceği gibi yaşanmayan bir yer konumuna getirdi. Öyle ki, Nilay yaşasaydı, bu dekoru görseydi, kocasını mutlaka alnından öperdi. Tekrar tekrar uzun uzun her tarafa baktı. Her defasında parmak dokunuşlarıyla küçük küçük düzeltmeler yapmayı asla ihmal etmiyordu. Girişte askılıktaki montunun altında asılı duran naylon torbadan özenle yaptırılmış, üzerinde "Müze" yazan tabelayı çıkarttı. Salona giderek, çıkmadan, Nilay'ın cesedine son kez "allahaısmarladık sevgilim ; istediğin gibi her şey eksiksiz ve kusursuz. Bir daha da değişmeyecek ve seni asla rahatsız etmeyecek!" dedi. Sokak kapısının üzerine "Müze" yazısını özenle yapıştırdı ve kapıyı ardına kadar dayadı. Apartman sabah hareketliliğine yeni başlarken, hızla merdivenleri indi, sepetten gazetesini almakta olan en iyi komşusu Hamiyet hanıma gülümseyerek "günaydın efendim" dedikten sonra ana kapıdan içeriye hücum eden gün ışıkları içinde kayboldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://hsmfan.hareketforum.net
 
Bir Müze Hikayesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bir Satanist Hikayesi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HSM :: Korku Tüneli :: Korku Hikayeleri-
Buraya geçin: