En özel günüydü hayatlarının ve ihtişamlı... Artık bir arada kalacaklardı. Mihrap önünde edecekleri yemine göre.
Kırmızı olmalıydı gelinlik; kan kırmızısı. Hayatın kendisi! "Kan mıydı hayatı oluşturan" diye düşündüğünde en bilindik cevabı, "evet" idi. O zaman kanı simgeleyecekti gelinliği.
Damat da pek bir hoştu Katya'ya göre o gece. Nasıl da heyecanla bekliyordu yürüyen gelini seyretmeyi, duvağını açışını ve yemin etmeyi huzurunda tanrılarının. Gelini önceden görmedi Ferdan; ama kırmızıdan haberdardı. Hem de öyle bir haberdardı ki bütün gün aç bıraktı kendisini. Susamıştı Ferdan. Yemin için ve dahası için...
Katya aynada bakmıyordu kendine. Hazırlanan odada ayna bile yoktu. Nedimelerinin ona iltifatları zaten ne kadar güzel olduğunun bir kanıtıydı. Kendisi de emindi o akşam dünyanın yaradılışından bu yana en güzel kadını olduğundan. Belki de kadından da öteydi... Tanrıça.
Katya Ferdan için de kırmızıyı tercih etti o gece için. Siyah frak ceketinin altına giydiği kırmızı gömleğiyle bütünleşeceklerdi gelinliğiyle. O ihtişama tanık olacaklara da şart koşulmuştu. Gecenin rengi olduğu kadar temasıydı da kırmızı. Kırmızının neleri simgelediğini hissetmek, kırmızı giymek kadar şarttı davetlilere. Yoksa yemin bozulacak gibiydi. Yemini bozmak günahtır...
Katya günahın ne demek olduğunu çok iyi bildi geçirdiği yüzyıllar boyunca. Feda edilen yansımasına Ferdan'ın ona duyduğu aşkla teselli buldu. Asla güzelliğini göremedi Katya. Sadece sezgilerini kullandı.
"Yer yüzünde yaşayan hiç kimse bu aşkın önüne geçemeyecek artık. Ama Tanrı'nın gazabı hep üzerimizde... ."
Ferdan'ı yiyip bitiren bu düşünce saatler geçtikçe şiddetlendi. Katya'nın özgüveni onu rahatlatmaya çalışsa da Tanrı gazabının ne demek olduğunu ailesi ona çok küçük yaşlarda öğretmeye çalıştı. O gece ne Tanrı, ne de gazabı kırmızının gerçek niteliğine bürünemeyecek ve ötesine geçemeyecekti. Ferdan için ne ailesi vardı ne de yıllarca korumaya çalıştığı inancı. Hepsini Katya kırmıştı çünkü.
Ferdan ise bütün beyninin arkasında yatan düşünceleri Katya'yı anahtar olarak kullanarak açtı. Gencecik yaşına gereksiz tecrübeleri sığdırdığını ve bu tecrübelerden çıkardığı sonuçlarla hayatını allak bullak ettiğini düşünüyordu. Ailesini reddettiği gibi hayatı da reddetti. Hayatın yeşil çayırları, güneşin parlak sarısı ve gökyüzünün engin mavisini darmaduman etmeye razıydı. Sırf kırmızı tutkusu ve karanlığın ulaşılamayan boyutu için. Ama ulaşacaktı karanlığa. Katya yanındayken ulaşılamayacak hiçbir şey yoktu yeryüzünde. Ölüm sonrası cennet ve cehennem dışında. Elbet günün birinde oraları da tadacaklardı ama bu teori onları çok rahatsız ediyordu. Hele hele o en özel günde.
Katya yeni bir hayat bağışlayacaktı Ferdan'a. Bir düğün arifesinden hiç bahsetmedi. Ne de bir balayından. Ona bahşedebileceği tek şey yeni bir hayattı. Ferdan'ın Tanrıça'sı... Hüzünlü ama bir o kadar tutkulu, güzel ve tehlikeli.
"Benimle sınırlı bir dünyaya var mısın ? Dünya sınırlı olabilir ama ikimiz asla."
Hiç tereddüt etmeden "evet." dedi Ferdan Katya'ya. Ve günü kararlaştırdılar.
Davetliler kırmızılar içinde taş binanın özel ikişer sıralar halinde sıralanmış iskemlelerinde yerlerini aldılar. Donuk yüzlerine yaptıkları makyaj o geceyi Tanrı'nın kutsalından uzaklaştıracak, ölümün soğukluğunu hissettirecekti Ferdan'da. Ama bir süreliğine... Ve sonra ölüm Ferdan'dan uzaklaşacaktı. Sahip olduğu ten ne kırışacak, ne de vücudu dayanıksızlaşacaktı.
Mihraba doğru yürümek üzere olan Katya organ müziğine ayak uydurmak istiyordu. Elinde bir buket gonca gül ile yürümeyi beklerken Ferdan da onu altarda bekliyordu. Tam göbeğinde... kesik kesik nefesler alarak.
Kırmızı halıdan kırmızı gelinliğiyle yürüyen Katya'ya nedimeleri eşlik etti... Yavaş ve ahenkli yürüyüşüne. Davetliler ayağa kalktı. Yüzlerinde gelini gördükleri anda oluşan tebessüm, köpek dişlerinin sivriliğini gösterdi Ferdan'a. Ferdan ürktü ama soğukkanlılığını bozamazdı. Ne de olsa Ferdan bu kutsal olmayan ailenin son ayağı ve son halkası olacaktı birazdan. O güne dek korkmadıysa o saatten sonra korkmak anlamsız ve boş kaçardı.
Ve yemin etmek için yanındaydı Katya Ferdan'ın. Hastalıkta sağlıkta, iyide kötüde ona eşlik edeceğine dair... ölüm onları ayırıncaya dek. Ölüm onları ayıramayacaktı ki... çünkü onlar ölüme meydan okuyanlardandı.
"Yemin ederim... seni eşim olarak kabul ediyorum Katya."
"Yemin ederim... seni eşim olarak kabul ediyorum Ferdan."
Ferdan değildi kırmızı ihtişamlı gelini öpecek olan. Katya ağzını açtı ve Ferdan'ın boynuna dişlerini geçirdi... ölüm öpücüğüydü hayatlarını birleştiren ve yemini ettirten. Ferdan zayıf düştü ve yere yığıldı. Katya ihtişamını bozmadan elini tuttu Ferdan'ın. Elini ona yakışan narinlikle öptü ve Ferdan gözlerini açtığında onu mihrabın önünde yığıldığı yerden kaldırdı. Halen ona yakışır hassaslıkla.
Ölüm öpücüğünün ardından gerçek romantik öpücüğün sırasıydı. Nefeslerini tutmalarına gerek yoktu ki... hava ciğerlerine temas etmediği için. Davetli ölümsüzlerin alkışları eşliğinde en az iki dakika kadar dudaklarını ayırmadılar birbirlerinden. Katıksız saf sevgi öpücüğüydü bu. Ne bir çıkar bekleyerek, ne de en ufak bir pişmanlık duyarak. Katya gül buketini davetlilere doğru fırlattı...
Gecenin teması kırmızıydı, kandı. Kandı Katya'ya hayat veren ve de bundan böyle Ferdan'a verecek olan. Yaşamın kaynağının ta kendisi. Beslenme ihtiyaçlarını bundan ve belki de başkalarının hayat kaynağını emerek karşılayacaklar ama her zaman birbirlerine karşı bir aşk duyarak.